17 Haziran 2024, Pazartesi
Servet BAŞOL
Servet BAŞOL [email protected]

Altın deposu

Ruslar Doğu Anadolu'yu ele geçirdiklerinde ilk işleri Erzincan'a tren yolu yapmak oldu. Geri çekilirken nüfusun bir kısmını beraberinde götürdüler. Kim bilir belki Kuva-i Milliye'ye verdikleri borç altınları Erzincan'dan çıkarmışlardı.

100 yıl sonra Amerikanlar Erzincan'dan çıkardıkları altınları Türk devletine borç olarak verdiler ki devlet tren yolu inşa etsin ve insanlar Amerika'ya gurbete gitsin.

"Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları" eserinde John Perkins diyor ki “misyonu Türkiye gibi ülkeleri dış borçlanma ile alt yapı yatırımları yapmaya ikna etmekti”, yetkilileri buna içtenlikle inandırarak. Çillerin Allah’ı bize emanet ettiği! o günkü kampanya ifadelerini hatırlıyorum: "Altyapıya 1 yatırmak GSMH'ya 4 kazandırıyor". İman meselesi. Sonra gelenler de aynı inanca sahip: Chicago ekonomistlerin mezhebi.

1929 Büyük Buhran Keynes tarzı klasik liberalizmin sonu oldu, Hayek tarzı neo-liberalizme geçildi: kaldıraç olan Nazi Almanya'da ilk otoyollar yapıldı, halka üret ki tüketesin denildi, herkese bir vosvos vaat edildi, kimyasal zehir fabrikaları kuruldu, halk ruhunu şeytana sattı. Bürokrasiyi ayak bağı sayıp hedef devleti tasfiye etmekti, yerine geçici kurumlar öngörüyordu (vazifesini yerine getirince kapatılan – şimdiki Kızlay gibi!).

Savaştan sonra neoliberal düşünürler (Chicago mezhebi) devletleri tasfiye etmek yerine hizmet ettirmeyi daha faydalı olduğu kanaatine vardı. Bu ilkenin uygulandığını günümüzde görüyoruz: devletler küresel yatırımcıların karşısında aciz, tek varoluş nedenleri küresel sermayeye cazip ortam yaratmak. Ucuz işgücü (yani yoksul ve seçeneksiz toplum) bunun önemli bir gereksinimi. Bundan menfaat elde eden kitle (toplumun göze batan 10%'u) işbirlikçi. Ulusal seçimler fark etmiyor: açıkça hizmet etmeyenler gizlice hizmet ediyor, siyaset oyalama faaliyeti, zaman kazanma yöntemi.

Anadolu topraklarından çıkarılan altınları Türkiye devletine yüksek faizli borç verip halkı geri ödemek için çalıştırmak şahsen aklıma gelmezdi, gelseydi ahlakıma sığdıramazdım. Ancak bazı milletleri diğerlerinden üstün görenlerin aklına gelebilirdi.

Bu bakış açısının birçok açıdan sorunlu olduğunu belirtmek gerekir:

Eşitsizlik ve Adaletsizlik: Farklı ırklardan ve ülkelerden gelen insanlar için eşit olmayan tazminatlar, açık bir eşitsizlik ve adaletsizlik yaratır. Bu durum, insan hayatının değerinin farklı algılanmasına yol açar ve ayrımcılığı besler. Küresel hayat sigorta firmalarının tazminat ödemelerindeki eşitsizliği ve bu durumun yarattığı etik sorunların en açık örneği, bir ABD’liye 10 milyon dolar öderken bir Türk'e 60 bin dolar ödemesi, açık bir ayrımcılık ve adaletsizlik örneğidir.

Hayatın Değeri: "Hayatını kazanmak" fikri, insan hayatının sadece maddi bir değere indirgenmesine yol açar. Bu bakış açısı, yaşamın manevi ve insani değerlerini göz ardı eder. Bu düzenin "Hayatını kazanmak" üzerine kurulu olması ve Auschwitz'in "Arbeit macht frei" (Çalışma özgür kılar) düsturuna benzemesi, bu eşitsizliğin ne kadar derin ve sarsıcı olduğunu gösteriyor.

Çalışma ve Özgürlük: "Arbeit macht frei" düsturu, Auschwitz'in dehşet verici bir sembolüdür. Bu düstur, çalışmanın özgürlük anlamına geldiği fikrini kullanarak insanları köleleştirmiş ve soykırıma zemin hazırlamıştır. Hayat sigortası firmalarının bu düsturu kullanması, bu ideolojiye dolaylı bir şekilde destek vermektedir.

Sömürü: Bu bakış açısı, insanı bir iş gücü olarak görerek onu sömürmeye teşvik ediyor. Yaşamın amacının "borç ödemek" olarak görülmesi, insanların sürekli üretken ve çalışkan olmaya zorlanmasına yol açıyor. Bu durum, çalışma-yaşam dengesinin bozulmasına ve insan refahının göz ardı edilmesine neden oluyor.

Etik Olmazlık: İnsan hayatının maddi bir değerle ölçülebilmesi ve borç gibi bir metafora indirgenmesi etik açıdan problemlidir. Bu durum, insan onurunu ve değerini zedeliyor ve yaşamın kutsallığını göz ardı ediyor.

Adaletsizlik: Ölümle birlikte hesabın kapanıp borcun torunlara geçtiği fikri, adaletsiz bir sistem yaratıyor. Bu sistemde, bireyin kendi eylemleri ve sorumlulukları yerine, aile ve soy hattı üzerinden bir yargılama yapılıyor.

Borç ve Hesap: İnsanların doğarak bir can borcu aldığı ve bu borcu geri ödemek için çalışmak zorunda olduğu fikri, etik açıdan sorunludur. Bu bakış açısı, insanları sürekli bir stres ve kaygı altında tutar ve yaşamın keyfini çıkarmayı engeller. Bu görüşe göre insan doğarak bir can borcu alır ve yaşamak yerine bu borcu geri ödemek için çalışmak zorundadır. Ölüm ise bu hesabı kapatır, borcu ise torunlarına kalır.

Torunlara Borç: Ölümün bir hesabı kapatıp borcu torunlara bırakması fikri, nesiller arası bir adaletsizlik yaratır. Bu durum, torunların kendi hayatlarını yaşayamadan önce atalarının borçlarını ödemeye mahkum olmalarına yol açar.

Bu tür uygulamalar, yaşamın değerini maddiyatla sınırlar. Maddiyat yerine insan onuru ve değerini ön planda tutan bir bakış açısıyla hareket etmek önemlidir ama bu değerler para kazandırmaz ya da öyle gibi görünür.

Eski dindar ve saygın kişiler asla zenginlik peşinde değillerdi. Onların zenginlikleri insan sevgisi üzerine idi. Kazandıkları bu sevgi seli ile övünürlerdi.

Şimdi havuzlu villalarda yaşamak, kendi yayın organlarına sahip olmak, özel uçak dahil en pahalı Alman arabalarına kendi sıfatlarına uygun plaka almak, özel yerleşkeler yaratıp paraya para katmak tek hedefleri. Öldüklerinde ortaya çıkan miras kavgalarını hatırlayın.

Dinden para kazanmak, tarih boyunca tartışılan karmaşık bir konu olmuştur. Bazı insanlar dinden para kazanmanın etik olmadığını savunur. Din üzerinden para kazanmak, dini sömürmek ve ticarileştirmek olarak değerlendirilir.

Bazıları ise dinden para kazanmanın her zaman etik dışı olmadığını savunur. Bu görüşe göre din adamları, imamlar, din görevlileri ve ilahiyatçılar gibi dinle ilgilenen kişiler de geçimlerini sağlamak ve ailelerini geçindirmek zorundadır. Dini bilgi ve birikimlerini kullanarak para kazanmaları, onların da diğer insanlar gibi haklara sahip olduğunu gösterir. Ayrıca, dini eserlerin basılması, dini mekanların bakımı gibi dini faaliyetlerin finansmanı için de dinden para kazanmak gerekli olabilir.

Bizden önceki din için çalışanlar, asla devletten kişisel para, maaş vs.. almazlar. Onlar inanç çerçevesinde bu işi “bağış” ile yürütülmesi sistemine bağlamışlardır. Her din, her mezhep, her birlik (tarikat) kendi gayretleri ile hizmet ettikleri toplumun bağışları ile yürütürler bu görevi.

Dinden para kazanırken göz önünde bulundurulması gereken bazı faktörler ise şunlardır:

Para kazanma yöntemi: Dini bilgi ve birikimi kullanarak yapılan faaliyetler (kitap yazmak, ders vermek, konferans vermek vb.) ile dini duyguları sömüren veya insanları kandıran faaliyetler (falcılık, büyücülük, muska satmak vb.) arasında ayrım yapmak önemlidir.

Şeffaflık: Dinden para kazanan kişilerin ve kurumların gelirlerinin şeffaf olması ve nereye harcandığının açıkça bilinmesi gerekir.

Adalet: Dinden elde edilen gelirlerin adil bir şekilde dağıtılması ve dini faaliyetlere ve ihtiyaç sahiplerine destek olunması önemlidir.

Niyet: Dinden para kazanan kişilerin niyeti de önemlidir. Maddi kazanç peşinde koşmak yerine, dini bilgiyi yaymak ve insanlara yardımcı olmak gibi samimi bir niyetle hareket etmek etik açıdan daha kabul edilebilirdir.

Bu konuda farklı bakış açıları ve etik değerlendirmeler mevcuttur. Dinden para kazanmanın etik olup olmadığına karar verirken, yukarıda bahsedilen faktörleri göz önünde bulundurmak ve her durumu ayrı ayrı değerlendirmek önemlidir. İslam dininde dinden para kazanmakla ilgili bazı özel hükümler de mevcuttur. Örneğin, faiz almak, kumar oynamak ve hırsızlık gibi yollarla para kazanmak haram kabul edilir. Sonuçta inanç, kişiseldir. Söylendiği gibi toplumsal değildir. En azından kitaplar öyle der (Kur’an Kafurun-6, İncil Matta 17-20, Yuhanna 14:16-17, Tevrat Eyüp 11-4).

Altın deposu deyimi, dünyayı etkileyen semavi dinin bu topraklarda çıkıp yayılmış olmasını da kapsar. Payımıza düşen Altın Madeni Şirketlerin bize verdikleri %5’lik pay ile ölçülemeyecek kadar kıymetli olduğudur. Peki biz ne yapıyoruz. Okumuyoruz, anlamaya çalışmıyoruz (tedebbür etmek).

Derinlemesine incelemek, üzerinde düşünmek ve çalışmak anlamına gelen bu sözcüklerin anlamlarını değil, aynı zamanda ifade edilenin ardındaki anlamı ve önemini kavramaya çalışmaktır.

Bu tür düşünce için yararlı bazı ipuçları:

-Düzenli olarak okuyun. Her gün veya haftada birkaç kez okumaya çalışın.

-Yavaşça okuyun ve anlamaya çalışın. Her sözcük ve cümleyi dikkatlice düşünün.

-Araştırma yapın. Zor kelimeleri ve kavramları anlamak için bir sözlük veya yorum kitabı kullanın.

-Diğer insanlarla konuşun. Konu hakkındaki düşüncelerinizi ve fikirlerinizi diğerleri ile paylaşın.

Sonuçta okumak cehaleti kovar. Okuduğunuzun ne olduğu önemli değildir eğer okumayı seviyorsanız.

Yeter ki okuyun ve kendinizi geliştirin ki ülkeniz gelişsin.

https://servetbasol.com

Altın deposu

Yorumlar

Bu haber için henüz yorum gönderilmedi.

Yorum Gönder

Kalan karakter 1000